Farsça mâh “ay” isminden Arapça -iyye ekiyle oluşturulmuş Osmanlıca mâhiyye (aylık, aya mahsus) kelimesinin günümüz Türkçe’sindeki şeklidir. Osmanlılar’ın ilk mahyayı ne zaman kurdukları bilinmemektedir. Ancak 1578’de İstanbul’a gelen Alman seyyahı Schweigger’in seyahatnâmesinde yer alan bir tasvirde minareler arasındaki bir mahya açıkça görülmektedir. Peki, mahya nedir? İşte mahya sanatının tarihçesi…
Mahya, özellikle Ramazan ayında birden fazla minaresi olan camilerin iki minaresi arasına konulan ışıklı yazıdır. Osmanlılar döneminde yağ kandilleri ile yapılan mahyalar, günümüzde elektrik ampulleri ile yapılmaktadır.
MAHYACI NEDİR? Ramazan aylarında camilerin minareleri arasına gerilen ışıklı yazı şeritlerine mahya, bu yazıları hazırlayan sanatçıya da mahyacı denir. Eskiden mahyacılık, büyük bir ustalık isteyen gerçek bir sanat dalıydı. Bu alanda yetişmiş büyük ustalar, yerlerini alacak olan çıraklara işin bütün inceliklerini öğretirlerdi. Mahya kurmak için, caminin en az iki minareli olması gerekir.
Eskiden böyle büyük camilerde, iki minare arasına ip veya teller gerilir, mahya ustası da, genellikle zeytinyağ doldurulmuş kandilleri veya mumlu fenerleri ipin üzerine dizerek istediği dinî yazıyı yazar, hatta resimler yapardı. Bütün ramazan boyu bu kandiller, rüzgâra rağmen geceleri pırıl pırıl yanardı. Camilerin elektrikle aydınlatılmaya başlamasından sonra, mahyacılık kolaylaştı ve ayrı bir sanat olmaktan çıktı. Kandil yerine renkli elektrik ampulleriyle ve yeni yazıyla mahya kurma geleneği bugün hâlâ sürdürülüyor.